Kalabalıklarda Kaybolmak: Selçuk Baran’ın Bir Solgun Adam Romanındaki Acı Tükeniş ve Yeniden Doğuş

 

 

Bazı yazarlar sessizliğin içinde kendilerini belli etmeden yol almayı tercih ederler. Kalabalıkların içinde kaybolan ve kendilerine sırtlarına dönen insanlara inat, derinden gelip sadece seyretmek isterler olanı biteni. Hayatları boyunca yaşadıkları dönemlere ve düşüncelere çok da aldırmadan kendi içlerindeki sanatı yaşatma telaşına düşerek, aldıkları yaralara rağmen direnirler çünkü iç sesleri onlar için en önemli ilham kaynağıdır, o ilhamın peşine düşüp insanları gözlemleyip tek tek içlerine çekip hikâyeleştirir, her olaydan bir yaşama uğraşı çıkartmayı bilirler kendilerince. Edebiyat gündemi onların çok da umurunda olmaz onlar kendi hikâyelerinin peşinde koşmayı tercih ederler işte o yazarlardan biri de kuşkusuz Selçuk Baran’dır. Selçuk Baran, kendi ritminde söylenilen şarkı gibi sizi içine alır ve siz farkına varmadan sizi ezgisiyle içine çeker. Tomris Uyar boşuna demez Selçuk Baran için; ‘’ Coğrafya kitaplarının deyimiyle rejimi düzenli bir ırmaktır ama Anadolu’da olduğundan, taşmaya hazırdır hep, istemese de.’’ derken aslında yazarın yazarlık serüvenini az çok tarif etmiştir.

Selçuk Baran okudukça Ankara’nın havasını içinize çekmiş gibi olursunuz. Yeri gelir sokak sokak dolaştırır sizi, yeri gelir küçük odalarda, sofalarda kendi halinde yaşayan insanların evlerine misafir eder. Küçük mutlulukların, sıradan hayatların aynasını tutar okuyucuya, adım adım izlettirir, her detayı yaşatır.

 

Bir Solgun Adam yazarın en önemli eserlerinden, özellikle 1960 sonrası edebiyatının en iyi yapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Romanda, Mehmet Taşçı’nın günlük yaşamıyla ilgili ayrıntıları okuyoruz. Kahramanımız bir gün kararını vererek yaşadığı hayattan uzaklaşıp karısından ayrılır, kızı ile alakasını keser ve önceki hayatıyla ilgili her ayrıntıyı unutup kendine yeni bir düzen kurarken yaşayacağı her şeyi not alıp günlük tutmaya karar verir. Ailesini terk ettikten sonra Dürnev Hanım’ın çatı katı odasını kiralar ve yaşamını orada sürdürmeyi tercih ederken bir yandan da etrafında yaşanan olayları ve çatı katında gördüğü şeyleri tek tek not etmeye başlar. Not aldığı şeyler genellikle gündelik olaylar ve insanların küçük dünyalarıdır bunları kendince resmeder ve içselleştirir, kimi zaman da sokaklarda amaçsızca dolaşarak insanların yaşamlarına uzaktan dâhil olan bir çift göz olur ve onları seyreder işte bu gezinmeleri sırasında Mehmet Taşçı, kızına denk gelir ama içinden onunla konuşmak, ona sarılmak arzusu geçmez ancak bir gün eski sevgilisi ile karşılaşması onda büyük bir iz bırakır ve kendine kolay kolay gelemez bir duygusal çöküşün içine girer. Eski sevgilisi Nevin ile karşılaşması onda büyük bir şoka sebebiyet vermiş kendine uzun bir müddet gelememiştir. Kahramanımız kendinden kaçmaya uğraştıkça kendine yakalanmaya, geçmişi tarafından bir şekilde esir alınmaya başlar bu onu daha büyük bir kaçışa sürükler. Nitekim kendinden kaçmak arzusunda olan bu adam kendini biraz olsun toparlamak maksadıyla bira evlerine gidip içmek ve kitap okumak ister ancak sokaklardaki insanları, olayları izlemeye, onları gözlemeye başlar. Gözlemlediği şeylerin bir süre sonra değiştiğini fark eden ve bundan rahatsızlık duyan Mehmet Taşçı bunu arkadaşlarıyla paylaşır, arkadaşlarının ilgisizliği ile iyice içine kapanıp durumu kabullenmeye çalışır. Bir süre sonra gittiği bira evi kapanır, her zaman oturduğu masada başkalarının oturduğunu görmekten dolayı tedirgin olan kahramanımız yaşadığı duygu durumlarını ev sahibi Dürnev Hanım ile paylaşmak ister ama onu anlamayacağını düşünerek bundan da anında vazgeçer hatta her fırsatta ‘’ Çok Solgun göründünüz gözüme’’veya ‘’Bugün çok solgunsunuz’’diyen Dürnev Hanım bir nevi kahramanın yaşamının silikliği üzerinde durur. Mehmet Taşçı da bunu kabullenerek ‘’Silik bir adamım ben, görünmezim’’ diyerek kendisini iyice yok sayar. Bir zaman sonra bira evinin kapatılması ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin eskisi gibi olmaması Mehmet Taşçı’yı tedirgin eder o alışmış olduğu mekânı arar, eski ilişkilerine, arkadaşlıklarına özlem duyar.

On yıldır alışkanlıklarımı bir alın yazısı gibi benimsemiştim oysa başka şeyler yapmak da mümkün ve olağanmış pekâlâ. İşte ilk kez karşıma çıkan bir parkın kapısından içeri girebiliyor dahası var, canımın istediği doğrultuya yönelebiliyordum.

(sf. 74-75)

 Bir zaman sonra eski ahbaplarından Rüştü Bey ile karşılaşır onun sayesinde eski arkadaşlarıyla yeniden görüşür ama bu da onu tatmin etmez, duygu durumu sürekli değişir kendini psikolojik bir bunalımın eşiğinde bulur. Bütün arkadaşları anılarından, eski güzel yaşanmışlıklarından bahsederken o bir köşeye siner ve bir geçmişi bile olmadığına, anılarının bile olamayışına içlenir. Kendi kendine hep sorar ‘’ Yeteri kadar yaşamadım mı, Şunun şurasında kaç günlük ömrüm kaldı, Anılarım şimdi bunlar mı, kısa anlamsız kopuk görüntüler mi?’’ diyerek kendini, yaşamını sorgular.

Ölesiye mutsuzum. Ne var ki ölmek istemiyorum çünkü ölmek bir şeyin (yani ömrün) kullanılması, tüketilmesi, bitirilmesi değil tamamlanmasıdır zaten ben günlerimi kullanmadım biriktirdim. ( Ne için?) Şimdiye dek ne yaptım? Yalnızca bir seyirciydim. Üstelik kötü bir seyirci. Bakmasını bilemedim. Çünkü bilseydim bana gerekli olan şeyleri görürdüm. Ellerim böyle boş kalmazdı. (sf.-100)

Yaşadığı bu buhrandan kurtulmak ümidiyle kendinden biraz olsun kaçabilmek için bir yolculuğa çıkmaya karar verir ancak eski sevgilisi Nevin, burada kendini hatırlatacak ve ayakları onu eski sevgilisinin evine götürecektir. Bir süre Nevin ile yaşayan ama ondan da eskisi gibi ilgi göremeyen Mehmet Taşçı kendini iyice boşlukta bulur.

‘’ Kaçmak, birtakım acıları göğüslemekten daha güçtür, daha yorucudur. Farkına varmadan yıpranırsın.’’(sf.132)


Nevin’e gelirken düzeninin getirdiği kontrol algısını sabitlemek isteyen Mehmet Taşçı, burada da aradığını bulamaz ne yazık ki çünkü Nevin hayatın akışına kapılmıştır, kusursuz bir düzenin etkisi altına girmiştir ve bu düzen Mehmet Taşçı’yı boğar bu yüzden Nevin’in yanından da kaçarak Dürnev Hanım’ın yanına dönmeyi düşünse bile bu isteğinden cayarak bir otel bulup yerleşir. Otelde tanıştığı Gülümser ile yaşadıkları aslında ilişkilerdeki uyumsuzluğunu ona hatırlatır ve sosyal hayatta ne kadar zayıf olduğunu ona gösterir. Nevin’den sonra bu sefer Gülümser’i arzular ama bu arzu da yerini hissiz bir kopuşa bırakır.  Ateşli bir hastalık geçiren Mehmet Taşçı, kendine geldiğinde ilk işi kendiyle hesaplaşmak olur. ‘’ Yeni yollar denedim, yeni insanlar tanıdım, tanıdık yerlerden tanımadığım yollara geçtim, kayboldum artık deneyecek ne kaldı.’’diye sorar kendine. Mehmet Taşçı, tutunmaya çalıştığı her yolun onu çıkmaz bir sokağa çıkardığını ve bir amacı bile olmadığından dert yanar. Kaybettiklerini kazanmak için geç kalmışlığı bir yandan neyi aradığını asla bilememesi ve bu arayış içinde kaybolması onu dibe sürükler.

Mehmet Taşçı günlüğünün bundan sonraki kısımlarında tarih atmadan devam eder yazmaya. Bir mayıs günü Dürnev Hanım önüne bir gazete ilanı atar, bu ilan kendi ölüm ilanıdır bu ilana her nedense Dürnev Hanım tepki gösterir ve gazete müdürüyle görüşüp bu yanlış ilanı düzelttirmesini ister. Gazete müdürü ile konuşup durumu anlatır ama müdürü bir türlü yaşadığına ikna edemez. Bu olay zaten pamuk ipliğine bağlı olan yaşamını iyice koparır ve herkesten her şeyden uzaklaşıp yeniden kaçmak, gitmek arzusuna sürükler ve kafasında kurduğu ölüm yolculuğunu gerçekleştirmek için içinde büyük bir istek doğar.

 ‘’Düşünmek gereksiz. Rastgele yaşayacağım. Tepelerde amaçsız bir gezintiye çıkmışım son durağa 40 yıl sonra varacak olan bir otobüse binmişim gibi… Aldırmadan yol alacağım. Sonra bir de bakacağım… ‘’(sf.222)

 

Kitabın son kısmında çaresizce kasabaya giden Mehmet Taşçı orada kasaba yerlilerinden Sadık Dönmez ile karşılaşır ve onun evine misafir olur. Bu taşra evinde bilindik alışkanlıkları değişen kahramanımız kendine yeni meşgaleler bulur, bunlardan biri kırlarda sık sık yürüyüşe çıkmaktır. Bu yürüyüşler esnasında çiçek toplar ve bir gün adını bilmediği bir çiçeğe rastlar. Bu çiçeğe ‘Damla’ adını verir o an ağlamaya başlar ve ağlayış bir nevi temizlenmedir Mehmet Taşçı için. Bir bebek kadar saf ve narin olan bu çiçeği okşar ve çiçek elindeyken ıslak çimenleri, toprağı avuçlar. Bir şeyi sevmenin, özlemenin o yükü altında çırpınır o hisle çiçeği elinde tutmaya devam ederken birdenbire çiçeği düşürdüğünü fark eder. Birine değer vermenin sevmenin sancısıyla o tutkuyla acı çeker tam anlamıyla yaşamı bir dünya ağrısına dönüşür.

 

‘’ Yorgunum… Yalnızım… Ya da bilmediğim bir hastalığa yakalandım. Geceleri uyku tutmuyor. Karanlıkta yatağımın içinde oradan oraya dönüp duruyorum. Kalkıp kitap okusam ya... Onu da yapamıyorum. Artık gazete bile okuduğum bile yok. Ölesiye mutsuzum ama ne var ki ölmek de istemiyorum. Çünkü ölmek bir şeyin (yani ömrün) kullanılması, tüketilmesi, bitirilmesi değil tamamlanmasıdır. Zaten ben günlerimi kullanmadım, biriktirdim. ( Ne için?) şimdiye dek ne yaptım. Yalnızca bir seyirciydim. Üstelik kötü bir seyirci. Bakmasını bilemedim çünkü bilseydim bana gerekli olan şeyleri görürdüm. Ellerim böyle boş kalmazdı.’’ ( sf.100)

 

Buna rağmen asla intihar fikrini aklına getirmez yaşamı acılı da olsa yaşama taraftarıdır. ‘’ hayır, ölmek boş, gereksiz bir şey. Ancak bir kaçış…(…) evet ama neden öleyim? Ölmek kolay bir son. ( sf.100) Rahatsızlanan ve hastaneye giden Mehmet Taşçı, beklerken yan odasında bir çocuğun acı çığlıklarına teslim olur.  Bu kız çocuğunun acı dolu çığlıklarından derinlemesine etkilenir ancak o çığlık, bir tokat sesi ile bıçak gibi kesilir işte o acı sessizliğin içinde hem o küçük kızın hem de tüm dünyanın acılarını yüklenebileceğini hisseder bu his ona her şeyi yaptırabilir çünkü bir insan eğer acı çekiyorsa bir sebebi vardır dayanabilmesi için bu ona güç verir.

 

Sıradan bir hayatın yapı taşlarından sadece biri olan Mehmet Taşçı, Bir Solgun Adam romanında kendini arar, kendiyle yüzleşir, hislerini tartar içinde ama en çok kendiyledir derdi. Bu dert hiç bitmez gibi görünse de alıp gitse de başını alıp yine de kendinden kaçamaz çünkü dünya onu bırakmaz. Her yenilgisinden sonra yeniden başlamak, yeniden bir yol bulmak için girdiği yollar, sokaklar onu farklı açmazlara sürükler. Nereye giderse gitsin düşünceleri de onunla beraber gelecektir gittikçe solgunlaşan ama bir anda da kendini hatırlatan düşünceleri belki de onu o yapan yazgısının eseridir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annie Ernaux Nobel Konuşması